28 Kasım 2018 Çarşamba

Nar Kırığı





Nar Kırığı



SUNUŞ

Bir köy vardı orda, burda ve şurda… Ormanlar, bağlar, bahçeler vardı yarı canlı.

Otlaklarda sığırlar, yaylalarda koyunlar… Üç mevsim ölüm uykusuna dalan çiçekler, renkler ve kokular.. İnsanlar vardı, rızıkları “tevekkel Allah”tan kalan. Astarı yüzünden “tuzlu” alınteri vardı.

“Günahsızlıklarının cezasını çeken” çocuklar ve onları doğuran analar, hatta doğuramayan “narlıklar”.

İş yaparken, uçkur yerinden beli açılan kadınlar, açığa sarkan budalalar, nar suyuna kanan salaklar...

Şehirler vardı ta uzaklarda; elektrik ışıkları ve dört mevsim değişmeyen renkleri vardı. Renklerin ardında grimsi, en az iki ve ikinin içinde türevleri olan hayatlar; hayatlara tutunan inançlar...

Anlamı içinde saklı özsözler, acımalı tavırlar, bıtıraklı argolar, kırılgan kınamalar, küflenmiş öfkeler ve usturuplu küfürler…

Daha iyisini anlamaya engeller vardı; bilgiye çalan icatlar, dudaktan dudağa köprüler yoktu.

***

Toprak, hayatın içinde “ekmek teknesi”, dışında “vadesi yetik” ölüm kucağı. Burada doğur(t)mak bilinçsiz refleksten ibaret.

Kazanda bum buruşuk hayatlar kaynar. Yürekler sancıyla karıncalı. Gülümsemek, mutluluğun üveyi. Çatlamış dudaklarla öpüşmek imkansız. Gitmek, “ya herro ya merro” hesabı. Kalmak işte öyle… Vedalar bir garip hüzün. Kaçış yolları zifiri karanlık.

Nefret yolcusunun ardından dökecek ne bir damla su, ne de damıtılmış özlem vardı. Kadınlar tarlaydı./Zehni Örer